ANA SAYFA | DERGİ EKİBİ | ABRAŞİYEMİZ | WEB MASTERLAR | BİZE ULAŞIN | ARŞİV

İÇİMİZDEN

>>> Bahar Naşifoğlu

Ankara'dan bir Süryani Bilim Adamı
Prof. Dr. İşaya Üşür

icimizden01.jpg

  Tüm toplumlarda olduğu gibi kendi toplumumuzda da iyi seviyelere gelmiş bir Süryani vatandaşımızı gördüğümüzde ya da duyduğumuzda hem seviniriz hem de haklı bir gurur duyarız.  Yaklaşık 35 yıldır Ankara'da yaşayan Prof. Dr. İşaya Üşür de bize bu gururu yaşatan önemli bir bilim adamı…

İlk olarak kendisinden çocukluğundan ve akademik kariyer yapma kararınızdan kısaca özgeçmişinden bahsetmesini rica ediyoruz. Bize heyecanla çocukluğunu anlatıyor:

Muhtemelen biliyorsunuzdur, ben Elazığ'da doğdum. Liseyi bitirinceye kadar orada kaldım. Fakülteye (SBF) girdikten sonra, deyim yerindeyse, Elazığ ile bağım kesildi. Fakülte'yi bitirdiğimde babam vefat etmişti. Onun vefatından sonra annemizi de yanımıza Ankara'ya aldık. O da 1988 yılında vefat etti. Babam, Elazığ'daki kilisenin bahçesinde yatıyor. O bahçe ki çocukluğumuzun geçtiği o eski güzel günleri bana hatırlatır. O çocukluk günlerinde gözümüze ne kadar da büyük görünürdü! Üzüm fideleri, dut, ceviz, badem ağaçları, dallarından inmek istemediğimiz o ağaçlar... Bir de zaman zaman oyun oynarken içine girip saklanmak istediğim o kocaman toprak küp. Taştan bahçe duvarlarını Sara teyzemin kocası inşa etmişti.

Bugün, düşününce anlıyorum ki benim öğretim yaşamımda birkaç isim hayli etkili olmuş: Bunların başında herhalde babam gelir. Dar gelirli, o terzi küçük esnafı babam. Ama halk filozofu babam. Bana, kardeşlerime, okumamız gerektiğini sürekli olarak telkin eden o idi. Annem, okumamız yönünde her zaman yardımcı oldu. Çok çalıştığım dönemlerde - ki bu güne kadar hiç eksik olmadı - şaka yollu gözlerimin bozulacağı kaygısıyla, kitaplarımı yakacağını söylerdi. Ama ne zaman kitaplarımdan ayrı kalsam onları saklayan, koruyan da onlar oldular.

Bizim yerleşik papazımız İsa Ertunga vefat ettikten sonra Rahip Cebrail Allaf Elazığ'a gönderilmişti. Rahip Cebrail - ki Şili'ye, kardeşinin yanına gitmişti; vefat ettiyse nur içinde yatıyordur - aşağı yukarı on kadar çocuğa Süryanice okuyup yazmayı öğretmeye çalışırdı. Fakat o dönemde, derslerden sonra da biz ikimiz beraber çalışırdık. Şu anda ismini hatırlayamadığım bir kitabı Türkçe'ye çevirmeye başlamıştı. O, kabaca Türkçe'sini bana söyler, daha güzel bir Türkçe ile benim ifade ederek yazmamı beklerdi. Yazdıklarımı ona okurdum. Bazen beğenirdi. Bazen kelimeleri değiştirirdi.

İşte o çalışma sürecinde - ki maalesef fazla uzun sürmedi - sohbetlerde, tarihte ve şimdi okumuş insanların ne kadar önemli olduklarını anlatırdı...

Tabi bir de, dayım Şemmas Serkis'in katkılarını hatırlatmalıyım. Liseyi bitirdiğimde, o günün koşullarında hiç de küçük sayılmayacak bir kütüphanem olmuştu. Sonrasını, ben de hatırlamıyorum. Çalışma; okuma, yazma içselleşmişti. Yemek yeme gibi nefes alıp vermek gibi...

Bana sorarsanız insanı "insan" yapan temel niteliklerin başında çalışma, emek sarf etme gelir.

Prof. Dr. İşaya Üşür Elazığ'da bulunduğu süre içerisinde Süryani cemaatinin birbirleriyle olan ilişkilerinin çok sıcak olduğunu söylüyor. Aslında Süryani cemaati diyerek ayırmak diye ayırmak yanlış olur diyerek bizi uyarıyor. Kısaca Elazığ'daki gayrimüslimler demenin daha doğru olacağını söylüyor. Çünkü o dönemde Ermenilerin de Süryanilerle birlikte hareket ettiğini ve kiliseyi müşterek kullandıklarını hatırlatıyor. Yani, pazar günleri Ermeniler de Süryaniler de aynı kiliseyi paylaşıyorlardı. Üşür, o dönem hiçbir ayrım olmadığını, din adamlarının da bu durumun yaratılmasında büyük katkılarının olduğunu özellikle belirtiyor. Biraz, Elazığ'daki insan ilişkilerinden bahseder misiniz dediğimizde o dönemki gündelik yaşamı kısaca anlatıyor:

Yine büyük dinsel etkinliklerden biri sayılacak olan Harput'taki Meryem Ana Kilisesi'ne Ağustos ayında hep birlikte gidilirdi. Geceleri orada, kilisenin içinde, güvercinlerle birlikte uyunurdu. Uyunurdu lafı, sözün gelişi... Yoksa, yüzler ya Dabbakhane'ye ("dabağane") ya da Hüseyinik'e dönük olurdu veya Kale'ye çıkarak sohbetler yapılırdı. Dua ve kıddastan sonra, bir hafta öncesinden hazırlanan zeytinyağlı yemekler, börekler açılır; güle oynaya kadınlar, kızlar, erkekler, çocuklar hatta Harput'ta oturan Müslüman dostlarla birlikte yenilir içilirdi. Komşuluk ilişkileri, bekleneceği üzere, daha çok kadınlar, analarımız arasında sürdürülürdü.

O günler benim sosyal hafızamda hep güzel günler olarak yerini almıştı: Dayanışmacı, dürüst, açık, asla hilekârca olmayan ilişkiler…

Herkesin bildiği gibi Prof Dr. İşaya Üşür'ün yaşadığı başkentte çok fazla Süryani nüfusu bulunmuyor. Üşür'e Ankara'daki cemaat ilişkilerinden ve ibadetlerini gerçekleştirmek için nerelere gittiklerini anlatmasını istiyoruz:

Ankara'da, benim bildiğim kadarıyla Süryani nüfus fazla değil. Lokal vb. bir sosyal bir mekân da yok. İbadetler ya evlerde, herkes kendi evinde, ya da Pazar günleri Fransız Katolik Kilisesi'nde gerçekleştiriliyor. Sevgili Seyidnemiz, o kadar yoğunluğunun arasında Ankara'daki cemaati onurlandırdığında, kuzuların sayısının arttığını görebiliyorum...

Genel olarak akademik kariyer yapmak isteyenlerin azınlık statüsünde olmaları nedeniyle bulundukları çevrelerde bazı zorluklarla karşılaştıkları söylenir. Bununla beraber toplumun büyük kısmının farklı sektörlerle uğraştığı ve baba mesleklerini tercih ettikleri bir dönemde Üşür farklı bir mesleğe yöneliyor. Üşür, bu durumu biraz tarihsel detaylara dikkat çekerek bize aktarıyor:

Daha önce akademik kariyer yapmaya yönelişimde etkili olan insanlardan bahsetmiştim. Belki bir parça o dönemin özelliklerinden bahsetmem yararlı olabilir. Benim orta - lise ve üniversite (lisans ve doktora dâhil) 1961 Anayasası'nın getirdiği ortamda ve dünya ekonomisinin de kabaca 1970'lerin başına kadar genişleme dönemi yaşadığı bir ortamdı. Dünyada ve Türkiye'de sosyal refah devletine ve Sol'a karşı bir açılım ve sempati mevcuttu. Bireysel, fakat özellikle kolektif özgürlükler yönünde geniş kitleler özelinde bir özlem, hatta baskılar var idi. Toplumsal bilimler en azından hızla gelişiyor görünüyordu. Toplumdaki rahatsızlıkları, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik reçeteler sunuyordu. Kabaca; özgürlükler ortamı az da olsa iyiydi ve bilim kendi başına bir değer idi. Böyle bir ortamda benim gibi birinin arkasında binlerce yıllın bilgi, gelenek ve kavrayışı olan birinin bilime yönelmesinde şaşılacak bir şey olmasa gerek. Ancak, bu genel ortam durumuna bir de o dönem Elazığ'ın gayrimüslimler ve Süryaniler için tarihsel özgüllüklerini eklemeliyim. Ayrıntılarına belki bir başka sohbette girebiliriz. Şimdi kısaca şunu belirtmekle yetinelim. Tarihsel olarak Harput - Elazığ, okur-yazar oranının yoğun olduğu bir kent. Süryanilerin meslek dağılımları da diyelim, Mardin - Nusaybin - Urfa, hatta Diyarbakır çizgisinde farklılıklar gösterir. Şöyle ki Elazığ'da yaşayan Süryaniler (ve Ermeniler) ya dişçidir ya da terzidir (ki benim babam terziydi). 1960'lardan sonra da mühendislik ve tıp alanlarına yönelirdi. Toplumsal bilimlere, anlaşılabilir ve izah edilebilir nedenlerle fazla itibar edilmedi. Belki de toplumsal bilimler toplum hakkında konuşmayı gerektirdiği/gerektireceği için... Bildiğim kadarıyla, ben toplumsal bir bilim alanında, iktisatta akademik kariyer yapan tek değilsem bile "muhtemelen" birkaç kişiden biriyim. Belki yurt dışında vardır. Onu da ben bilmiyorum.

Ülkemizde birkaç yıldır enflasyonun çok fazla yükselmediği ve bununla beraber TEFE - TÜFE oranlarında ciddi bir artış gözlenmediği söyleniyor. Prof. Dr. İşaya Üşür'e Avrupa Birliği sürecinde Türkiye'nin ekonomisinin olumlu bir tablo çizip çizmediğini merakla soruyoruz:

Türkiye ekonomisi konusunda sadece enflasyon göstergeleri ile konuşmamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü yanıltıcı olabilir. AB sürecinde ekonomi olarak iyi / doğru yönde miyiz sorusu bana göre zor bir soru çünkü bana göre karamsarlık yaymak istemem ama ekonomimizin durumu pek parlak değil. Türkiye ekonomisi canlı, büyük bir ekonomi. Ne var ki doğru yapılandırıldığını düşünmüyorum. Döviz ve borsa bağlamında söylemiyorum bunu. Üretim yapısı anlamında söylüyorum. Takdir edersiniz ki böyle bir sohbette bu konuları uzun uzadıya konuşamayız. Bir gün belki sadece ekonomik konularla ilgili bir sohbet yapabiliriz.

Prof. Dr. İşaya Üşür'ün üzüldüğü konulardan birisi İstanbul Süryani Cemaati'nden çok fazla kişiyi tanımaması, İstanbul'a yılda birkaç kez gelmesine rağmen iş nedeniyle uzun süreli kalamadığından yakınıyor. Fakat her seferinde, kısa da olsa, bir yolunu bulup, zaman yaratıp muhterem Seyidne ile görüşme gayretini gösteriyor.

Ankara'daki birçok üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışan Prof Dr. İşaya Üşür, günümüz gençlerinin kendi deyimiyle zamane gençlerinin ekonomiye bakışını çok olumlu görmüyor. Ona göre zamane gençleri bütün dünyadaki gelişmelerle paralel biçimde ya ağır bir işsizlik sorunu altında eziliyor ya da anlamsız, amaçsız, bilinçsiz bir tüketmeciliğe yönelmiş durumdalar. Bunun en büyük nedeninin kitle iletişim araçları ve başka mekanizmalar olduğunu düşünüyor. Bu araçların gençleri farklı amaçlara ittiğine inanıyor. Ona göre şimdiki gençler teknik olarak bilgilere erişme olanakları itibariyle eski kuşaklardan çok daha iyi durumdalar fakat "okumak" onlar için kendi başına bir değer olmaktan çıkmış durumda.

Son olarak Prof. Dr. İşaya Üşür'den özellikle geleceğin en büyük umudu olan gençlere vermek istediği nasihatleri soruyoruz. Bize mütevazılıkla bu cevabı veriyor:

Doğrusunu isterseniz nasihat etmeyi sevmem; doğru da bulmam. Ama bazı gözlem, öneri ve telkinlerim olabilir. Ben inanıyorum ki gençlerimizin (kız/erkek) fark etmez tümü benden daha zekidirler. Para kazanma peşinde koşmak, tek ve biricik amaç olarak parayı, tüketimi, zevki görmek, onların en az benim kadar bildiklerinden emin olarak söylemeliyim ki doğru ve iyi sayılmaz. Unutmamak lazımdır ki tarih kültür ve bilgiyle yazılır. Binlerce yılı hatırlıyorsak, bu nedenledir.

Gençlerin çok çalışmaları ve mümkün olduğunca fazla gencimizin bilimsel kariyere yönelmesi en içten arzumdur ve tarihsel bir gerekliliktir. Bu konuda arzu eden her bir gencimizle her zaman konuşmaya hazırım.

Çok teşekkürler ve herkese sevgiler.