![]() |
![]() |
|||
>> Dünden Bugüne Münir Kilimci >> Uluslararası bir barış elçisi Zeynel Abidin Erdem Dünden Bugüne Münir Kilimci “Cemaati tanımak çok önemli, Yöneticilik yapacaksan kimin kim olduğunu, ne yaptığını bilmek lazım. Yoksa sadece seçilmekle veya görevlendirilmekle iş bitmiyor” ![]() Her zaman faal, her zaman aktif ve yardımsever sevgili ağabeyimiz Münir Kilimci ile uzun ve renkli bir sohbet yaptık. Sayın Kilimci, her türlü sorumuzu, yaşadığı derin tecrübelerin ışığında ayrıntılı bir biçimde cevaplandırdı. Cemaatimizin önde gelen isimlerinden biri olan Münir Kilimci’yi tanımayan kimse yok. Ama Reyono’nun amacı, bu önemli insanın yaptıklarını, yaşadıklarını özellikle genç kuşaklara aktarmaktı. Bu amacımızı gerçekleştirdiğimizi düşünüyor, Sayın Münir Kilimci ağabeyimize, bugüne kadar yaptıkları tüm çalışmalar için teşekkür ediyoruz. ![]() Uzun yıllar Süryani cemaatine büyük hizmetlerde bulundunuz. Tecrübelerinizden, geçmişte yaşadıklarınızdan yararlanmak üzere bir araya geldik. Bize öncelikle Mardin’de bir Süryani olmanın ne anlama geldiğini anlatabilir misiniz? Mardin’de, o zamanlar civar ilçelerde yaşayanlar dâhil, 50 – 60 bin civarında Süryani vardı. Bunların çoğu köylerde ve Midyat' ta yaşıyorlardı. Ama bizler şehirde yaşıyorduk ve şehirdeki cemaatimizin % 90’ı orta esnaf dediğimiz terzi, kunduracı, yemenici, abacı gibi mesleklerle iştigal ederdi. O günkü şartlara göre ekonomik yönden rahat sayılırlardı… O zaman, o şartlarda bile oldukça aktif bir isimdiniz. Ben 1946 yılında, çok partili hayata geçildiğinde henüz 17 yaşındayken partiye gidip (Demokrat Parti) üye olmak istediğimi söyledim. Fakat yaşım tutmuyordu, ne üyelik hakkım ne de oy hakkım vardı. Yaşım müsait olmamasına rağmen bir gönüllü olarak kabul ettiler beni. Rahmetli babam ve ben, 1946'dan 1950'ye kadar partide çok faal bir şekilde çalıştık. 1950 yılında beni ocak başkanı yaptılar. Belediyenin yönetim kurulu, 29 kişilik belediye meclisine cemaatten sadece 2 - 3 kişinin girebileceğini söyledi. Kimler diye sorduğumda bana farklı cemaatlerden isimler söylediler fakat ben bu isimleri kabul etmedim. Benim itirazımdan sonra parti il başkanının evinde yeniden aday listesi tespit edildi. Yeni listede benim çabalarımla, altı asil altı yedek cemaat üyesi bulunmaktaydı. Bu şekilde seçime girdik, dokuz kişiyi meclise üye seçtirdik. İsimlerini de söyleyebilirim, hala aklımda: Yusuf Devli, İbrahim Aydıner, Cemil Aras, Efrem Kalyoncu, İbrahim Gürdal, Davut Gürdal, Enis Kilimci, Mihail Mimar, Faraç Üzülmez… Genç yaşımda partide haddinden fazla tutuldum; çünkü çok samimi ve çok cesur çalışıyordum. Sözümden hiç geri kalmazdım. Hatta belediye seçimlerinden sonra Mardin’deki 14 muhtarımızdan birisinin Hıristiyan olması gerektiğini söyledim. Bu şekilde dört seneyi bitirdikten sonra bu sefer ilçe yönetim kuruluna seçildim. Yalnız bu partiden bahsederken yine cemaate dönmek istiyorum: Bizim Süryani Kilisemizde gelenek şuydu. Yönetim kurulu üyeleri ruhaniler tarafından atanır ya da seçilirdi. 1950’de hükümetimiz cemaatler için bir seçim kanunu çıkardı. Yönetim kurulu üyelerinin artık seçimle iş başına gelmeleri gerekiyordu. Rahmetli Metropolit Yuhanna Dolabani, kendi başkanlığı altında, Papaz Davut Söğüt, Abdullahat Tahincioğlu, babam Cercis Kilimci ve Abdullahat Kösnül’den oluşan beş kişilik liste yapıp seçim gününü tespit etti. Bu beş kişi, Seyidne’nin başkanlığı altında yönetim kuruluna seçildiler. 1953'te babam rahatsızlandı ve istifa etti. Seyidne, 1953 yılında genç yaşta beni babamın yerine yönetim kuruluna seçti. Bir sene sonra süremiz bitti ve yeniden seçime girmeye karar verdik. ![]() Ruhanilerin Yönetim Kurulu’nu kurma yetkisinden ne zaman vazgeçildi? 1954 yılında babamın büyük ısrarlarıyla Süryani Yönetim Kurulu, ruhanilerin katılımı olmadan 12 kişiye çıkarıldı. Yani babam çok büyük bir reform yaptı. Bir gün değerli metropolitlerimizden biri olan Yuhanna Dolabani’nin makamına çıkarak yönetim kurulunun sadece sivillerden oluşması gerektiğini ve kendisinin sadece dini işlerle ilgilenmesinin uygun olacağını söyledim. Bunu yapmamın en önemli nedeni Türkiye’nin laik bir ülke olması yani din ve devlet işlerini birbirinden çok iyi ayırt ediyor olmasıydı. O tarihlerde zaman zaman İstanbul'a geldiğimde, o zamanki yönetim kurulu başkanı olan rahmetli Abdunnur Aydıner her toplantıya beni de davet ederdi ve Mardin'deki cemaatin durumu hakkında bilgi alırdı. O da aynı sivil sistemi burada kurdu ve 55 senedir dikkat ederseniz yönetim kurullarımızda hiçbir ruhani yok ve olmaması gerekir. Ben bu inancı taşıyorum. Benim ruhaniye saygım sonsuz. Fakat benim bütün idealim Süryani toplumunun daha çağdaş daha modern kurumlaşmaya doğru gitmesidir. Peki, gazete işine girişmek kimin fikri, buna nasıl karar verildi? Aslında rahmetli Seyidne Yuhanna Mardin'e matbaayı getirdiği gün babama benim matbaada çalışmamı istediğini söylemiş. Fakat ben dedemin yanında çalıştığım için kabul etmedim. Daha sonra bu görevi Hikmet Aynaz'a verdiler. Sonra da Cebrail (Kilimci) ve ben devraldık… Gazete öğleden sonra çıkıyordu. Rahmetli Cebrail Çoban zaman zaman ufak çapta yazılar yazıyordu. Diğer haberleri yabancı dergilerden ve İstanbul gazetelerinden seçip aktarıyorduk. Ben işe girince mahalli haberlere daha fazla önem vermeye başladım. Gazete 4 sayfa çıkıyordu. Makineyi elle çeviriyorduk. Yani çok zor şartlarda çalışıyorduk. Ben 1964 yılında İstanbul’a gelince, 2 – 3 sene Cebrail çalıştırdı. Daha sonra Kurtaranlar’a devrettik. İstanbul'a geldiniz. İstanbul Mardin'e göre daha büyük bir şehir. Bir yönetim kurulu var, cemaat burada daha fazla. Burada yönetim kademesine girişiniz nasıl oldu? ![]() İstanbul'a geldim. Rumların Yunanistan’a gönderildikleri dönemde İstanbul’da bir matbaa buldum. Cemaatin çoğu kuyumculuk yapıyordu ama ben başka bir şey yapmak istiyordum. Birkaç kişiye akıl danıştıktan sonra Cağaloğlu’nda bir Yahudi vatandaşın matbaasını satın aldım. Şu anda matbaamızda 100’ün üzerinde personel çalışmakta. Bence itibar, dürüstlük ve sadakatle birlikte başarı da geliyor. Bugün artık, piyasadaki sayılı matbaadan bir tanesiyiz. Sizce cemaatimizin Mardin’de mevcut olan bağlılığı İstanbul’da da devam etti mi? Hayır. Benim üzerinde durduğum şu, biz Mardin'de doğduk büyüdük. Bizim kendimize has çok güzel meziyetlerimiz, çok güzel geleneklerimiz, birbirimize olan sevgimiz vardı. Büyüklere özellikle saygımız örnek gösteriliyordu. Ama ben bugün İstanbul' da bunu göremiyorum. Bir tahribat durumu var. Mesela dikkatimi çekiyor; kiliseye yaşlı bir insan geldiğinde hiç bir genç yerinden kalkıp yerini vermiyor. Bu çok güzel bir olay değildir. Mardin'de benden bir yaş büyük olan biri gelince hemen ayağa kalkar kendi yerimi verirdim. Buna üzülüyorum. Bu durum, hepimizin çabasıyla düzeltilebilir. Mesela ben Mardin’de şöyle bir uygulama yapıyordum: Herhangi bir merasim dolayısıyla diğer kardeş kiliselerden misafir geldiğinde onları en önde oturturdum. Çünkü ben de onların kilisesine gittiğim zaman bana aynı şeyi yapıyorlardı. Fakat şimdi kilise vekillerini de zaman zaman eleştiriyorum. Cemaati tanımak çok önemli. Yöneticilik yapacaksan kimin kim olduğunu, ne yaptığını bilmek lazım. Yoksa yönetim kurulunda üye olmakla iş bitmiyor. Kilise vekillerinin kendilerine has görevleri vardır. Kilise vekilliği, masanın arkasında pazardan pazara tepsi ile bağış toplayıp gitmek değildir. Düğünlerde bile kilise vekillerinin bulunması lazım. İstanbul’da kilisenin yönetim kuruluna ilk olarak ne zaman katıldınız? Ben 1964'te geldim ve katıldım. 1965'te Abdunnur Bey'in ısrarıyla Med Kültür Derneği’nde ikinci başkan oldum. 1982 yılında 6 kişilik bir grup ile Yönetim Kurulu Başkanlığı’na aday oldum. Kiliseye gittiğimde 13 köyden 13 aday vardı. Maalesef o 13 adayın hepsi işçi sınıfındandı ve bir müddet sonra Avrupa’ya gideceklerdi. Onların adaylıktan geri çekilmeleri için çok uğraştıysak da vazgeçmediler. Ben de bunun üzerine 6 kişilik grubumla birlikte çekildim. Böylece seçim 1 sene ertelendi. Daha sonra demokratik şartlarda seçim oldu ve seçildik. Ben ekibimi kurarken özellikle Diyarbakır, Mardin, Midyat ayırt etmeden her kesimi temsil eden üyeler seçmeye özen gösteriyordum… Benim dönemime kadar cemaatin kiliseye devamı fazla değildi. Bayram hariç Moda Kilisesi’nde ancak 35 – 40 kişi toplanabiliyorduk. Ben başkan olduğum dönemde rahmetli İbrahim Tahincioğlu bana yapmayı planladıklarımı sordu. İlk hedefimin cemaati toplamak olduğunu, ikinci olarak da İstanbul’a bir metropolit kazandırmak istediğimi söyledim. Moda, Tarlabaşı, Yeşilköy, Bakırköy yani tüm kiliselerde hem gençlik kollarını hem kadın kollarını kurduk. Bu ekipler çok güzel çalışmalar yaptılar. Bu sayede cemaat yavaş yavaş kiliseye gelmeye başladı. ![]() Münir Kilimci Kadasetli Patriğimiz ve merhum Halep Metropoliti Mor Kuryakos Cercis El Kas Behnam ile birlikte Şam Patriklik Merkezi'nde Bundan sonraki kuşaklara neler önerirsiniz? Benim oğlum Amerika’da üniversitede okurken orada kalıp iş kurmak istedi. Fakat ben burada kalıp matbaada benim işlerime devam etmesi gerektiğini söyledim. Onun için benim tavsiyem her ailenin çocuklarını mutlaka okutması gerektiğidir. Lisan önemli, kültür önemli… Bir de demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Pasif kalmayacaksın bulunduğun yerde, siyasete gireceksin. Bu sene olmadı ikinci dönemde meclise gireceksin. Gerekirse milletvekili olacaksın. Bu insanın kabiliyetine bağlı olan bir şeydir. Eğer çevre edinmesini biliyorsan, kendini kabul ettirebiliyorsan seçilebilirsin. Engel yok! Benim bütün düşüncem bu! Aynen diğer vatandaşlar gibi sen de hakkını arayacaksın. Siyasete gireceksin, cemiyete gireceksin. Bence ne Amerika, ne Avrupa, ne de Kanada cemaatimize buradaki imkânları sunamaz. Size göre İstanbul'da toplum olarak en büyük eksiğimiz nedir? Benim en büyük idealim İstanbul Abraşiyesi’nin tam anlamıyla kurumlaşmasıdır. Kurumlaşmadan kastım da şudur: Yarın öbür gün, Tarlabaşı Kilisemiz bittikten sonra güzel bir kütüphanemiz de olmalıdır. Dergimiz Reyono’nun da daha ağır ve etkili olmasını temenni ediyorum sizden. Şöyle ki, bizi temsil eden tek yayın sizin hazırlamakta olduğunuz dergidir. Bizde de, tıpkı ülkemizin genelinde olduğu gibi kitap ve gazete okuma oranı çok düşüktür. Ben elimden geldiği kadar kitap okuyorum. Özellikle açık oturumları ne kadar uzun sürerse sürsün mutlaka takip ederim. Bilgimi artırıyorum, görgümü artırıyorum. Mesela ben cemaatimizdeki doktorlarımın listesini cebimde taşımak istiyorum. Doktorlarımızın hangi hastanelerde çalıştığını bilmek istiyorum. Çünkü bana acil şefkat gösterecek olan doktor, beni bilen, tanıyan, seven doktordur. Uluslararası bir barış elçisi Biz aynı bölgenin çocuklarıyız. Babalarımız aynı bölgede büyüdü, bizler aynı bölgede büyüdük ![]() Yıllar önce dedenizin Deyrulzafaran Manastırı’nda bir anısı varmış? Bize ondan biraz bahsedebilir misiniz? Tabi, 17 yıl evvel yeğenim Vedat Aras’ı evlendirmek üzere Mardin’e gitmiştik. Benim eşim İstanbulludur, iki çocuğumla beraber (biri 8 diğeri 7 yaşındaydı) oradaydık. Bizim mozağimizin bir parçası kabul ettiğimiz, kendimizden saydığımız Deyrulzafaran’a gittik. Fakat o gün bizi içeri çok zor aldılar. Hatta başında almamak için çok direndiler. “İstanbul’dan geliyoruz, 15 dakika görebilir miyiz?” derken biri bize acıdı ve içeri aldı. Sonra üst katı göstermelerini de rica ettik ve gösterdiler. Manastırın birçok yerini gezdirdiler bize. Çok düzenli eğitim verilen bu merkezi büyük bir saygıyla çocuklarımıza ve yakınlarımıza anlatırız. Ardından çok süslü bir odaya girdik. Yanımızda bir kızımız vardı ve video kaydı yapıyordu. O kayıt da bende mevcuttur. Orada metropolitlerin ve geçmişte hizmet etmiş kişilerin resimleri vardı. Bir tanesi çok süslü, kırmızı ve daha üst düzeyde olduğu hissedilen bir resimdi. Oradaki görevli birinci resimden başladı, sırayla anlattı. Bu resme gelince dedik ki: “Neden bu resim bu kadar süslü?”. Bu arada kayıt da devam ediyordu. “Siz bilmezsiniz.” dedi. “Bir zamanlar bir sürtüşme, bir gerginlik vardı. Zamanın mutasarrıf ve büyük ailelerinden Hacı Ali Bey’e bu muhterem gitti. Dedi ki ‘Bir yanlış yapılıyor. Bizim karışmadığımız bir işte bizi suçluyorlar. Siz seyitsiniz. Devreye girin, bu insanları durdurun ve yanlış bir şey yapmalarına engel olun.’ O zaman Hacı Ali Bey ferman gibi bir şey yayınlıyor ve şöyle diyor: ‘Yüce Allah insanlara can verir ve o canı kendi alır. Tasallut edip herhangi birinin inancı, rengi, dili veya başka bir sebeple canına kıyma gibi cehennemlik bir işi yapan insandan Müslüman olamaz. Bu insanlara dokunanı, Peygamber soyundan gelen bana ve dolayısıyla peygambere dokunmuş addederim.’. Ve gerçekten de 180 kadar kişilik bir grubu kendi ve yakınları ile beraber, hiç birinin burnu bile kanamadana muhafaza ederek bu kişilerin bu sıkıntılı dönemi atlatmasını sağlıyor.” Anlatan şahıs bu sözlerini tamamlayınca dedim ki “O aileden kimseyi tanır mısın?”. “Tanırım, Hacı Bahattin Bey’i tanırım.” dedi. “Peki, Hacı Bahattin Bey’i hiç görmüş müydün?” dedim. “İyi görmüşüm.” dedi. “Peki, kime benziyor?” diye sordum. Dedi ki “Seni gözüm kesiyor, hatta diyebilirim ki akrabasısın. Fakat çıkaramadım.”. “Bu çocuklar o ailenin torunlarıdırlar. Ben de Hacı Mehmet Sait Bey’in oğluyum, Hacı Bahattin Bey’in yeğeniyim, Hacı Ali Bey’in torunuyum.” İnanılmaz bir tezahürat yaptı ve hemen oradaki görevlileri çağırdı. O an metropolit orada değildi. Hemen oradan bir iki koyun ve keçi getirdiler ve dediler ki: “Biz bunu keseceğiz ve bu akşam burada kalacaksın.”. Çok büyük bir uğraşıyla hem o kesilmek üzere olan hayvanları kurtardık, hem de ertesi gün bir toplantı için yurtdışına gidebilmek için Diyarbakır’dan akşam uçağa binebilmem gerektiğini kabul ettirdim. Çok büyük izzeti ikramla akşam yemeğini yedikten sonra Diyarbakır’a hareket ettik. Bu şunu ifade eder. Bugüne kadar, bizim Mardin’de, kendilerinden çok şey öğrendiğimiz gayrımüslimlerinizin tamamı ile hiçbir sürtüşmeye girmeden diyaloga girdiğimizin bir ifadesidir. Aynı zamanda Mardin’in eğer bir tarih olgusu varsa, farkı o Hıristiyan kardeşlerimizin o yapıtları ve o mozaiği bize eser olarak bırakmasının bunda büyük bir rolü vardır. Bize kültür mirası olan bu saygıdeğer Hıristiyan dostlarımızın, Müslüman, Türk, Mardinli ve Güneydoğuluların gönlünde yerleri fevkalade yüksektir. Biz bu gayrımüslim vatandaşlarımızla iftihar ediyoruz. Biz aynı bölgenin çocuklarıyız. Babalarımız aynı bölgede büyüdü, biz aynı bölgede büyüdük. Sayın Metropolitimiz ile diyalogunuz nasıl? Sayın Metropolit Yusuf Çetin ile çok yakın bir diyalogum vardır. Hemen hemen yaptığım tüm aktivitelere fiilen kendisi gelir, yakınlarını ve diğer görevlileri getirir. Faaliyetlerimize kişisel desteğini hiçbir zaman esirgemez. Tanışıklığınız kaç yıl öncesine dayanıyor? Kaç yıl değil, kaç nesil deseniz daha iyi olur. Mesela Kenan Bey’in babası Edip Gürdal ile babam, dedesiyle dedem tanışır. Yani köklü bir geçmişimiz var. Gerek onlarla, gerek Tahincioğlu ailesiyle, gerekse diğer bütün insanlarla çok yakın diyalogumuz vardır. Nitekim Mardin’in bütün coğrafyasındaki insanlar bizim kafamızda kardeştir. Aynı ailenin bir parçası kabul edilir. O kültürü de yaşatmak ve devam ettirmek istiyoruz. Bugün onlar biz, biz onlarız, onun için merasimlerde, düğünlerde, cenazelerde olsun hep beraberiz. ![]() Onursal Başkanı olduğunuz Türk Amerikan İşadamları Derneği hakkında bilgi verir misiniz? 27 yıl evvel Sayın Özal’ın talimatıyla kurduğumuz ve sosyal bir dernek olan Türk Amerikan İşadamları Derneği’nin Onursal Başkanıyım. Bu dernek Türkiye’de birçok işler başarmıştır, iki ülke arasındaki ticari münasebetleri çok üst düzeye taşımıştır. Aynı zamanda Türk İspanya İş Konseyi Başkanıyım, bir de İspanya Marmara Bölgesi Fahri Konsolosuyum, Sudan Fahri Başkonsolosuyum, Fransa İş Konseyi Yürütme Kurulu Üyesiyim ve Irak İş Konseyi Yürütme Kurulu Üyesiyim. Yani birçok dernek ve kuruluşta başkan, yönetim kurulu üyesi veya danışman olarak halen görevimi sürdürmekteyim. Holdingimde yönetim kurulu başkanıyım. Türk İspanya İş Konseyi Başkanlığınız ve İspanya Marmara Bölgesi Fahri Konsolosluğunuz hakkında bize biraz bilgi verir misiniz? DEİK (Dış İşleri Komisyonu) kurulduktan sonra İspanya ile Türkiye’nin sathına yayılmış bir ticaretimiz vardı. Birçok şehrimizde İş Konseyi Başkanı olunca İspanya’ya iş kurmak veya İspanya’dan makine getirmek ve iş üretici fonksiyonlar üretmek üzere insanlar getirip götürüyordum. Bu süreç içerisinde İspanya ve İspanya’daki bizim karşı ticaret odamız benim bu yaptıklarımdan çok etkilendiler. Şimdi biz Türkler, çok hızlı başlayıp çok yavaş bitiriyoruz, güneydoğulular ise doğru başlayıp doğru bitiriyorlar. Kabul etmek lazım ki Süryanilerimizin ve Ermenilerimizin sanatları nasıl bir sabır ve irade gerektiriyorsa, işin başlangıcından sonuna kadar takibi de bir irade gerektiriyor, ve o yörenin kültürünü almış iş adamlarımız dikkat ederseniz çok başarılıdır. Niye başarılıdırlar, çünkü başladıkları gibi devam etmektedirler. Gerek İspanyollarla, gerek diğer ülkelerle olsun başladığım gibi devam ettim. Hem onlarla ticaretimi çok fazla geliştirdim, hem ilişkilerimi geliştirdim. Dolayısıyla zaman içerisinde karşılıklı anlayışla hep ileriye belli bir noktaya taşıdık işi. Birkaç yıl önce Bill Clinton’u Türkiye’ye getirdiniz. Bu çok zor bir şey bunu nasıl gerçekleştirdiniz? ![]() Amerika’nın 48. Başkanı Sayın Clinton dünyanın en popüler başkanlarından biridir. Hala popülaritesini koruyor. Clinton seçilmeden üzere Amerika’da üniversitesi olan bir arkadaşım bana seçilecek olan başkanla beni tanıştırmak istediğini söyledim. Kim olduğunu sorunca Bill Clinton dedi. Baktım onyedinci sırada ve dedim ki bu kişi onyedinci sırada bir puan ileri gidip gelmiyorlar nasıl seçilecek. Arkadaşım, hayır Bill Clinton bu dönemde yavaş seçime yakın dönemde ise öne geçeceğini inandığını, çünkü kadınlara çok önem verdiğini söyledi. Kadınlarda onu çok seviyordu. Cana yakın ve sosyal bir adam olduğunu söyledi. Bende Amerika’daki Türk Ekibini alıp Orta Amerika’da bir bölgede ziyaretine gittik ve destekleyeceğimizi anlattık. Birkaç dakikada bizimle görüştürdüler ve gerçekten kampanyalarına devam ettik. Zaman içerisinde gerçekten birinci sıraya yükseldi ve başkan seçildi. Türkiye’ye çok büyük faydaları oldu. Bende ilişkilerimi devam ettirdim. Süreç içerisinde TABA’nın (Turkish American Business Assosiation – Türk Amerikan İş Adamları Derneği) genel başkanı oldum. Bu uzun bir münasebetin, sosyal bir kuruluşun Amerika’daki izinden de istifade ederek daha da yaklaştık. Görevi bitince de ilk ziyaretini İngiltere’ye, ikinci dost ziyareti ise Türkiye oldu. Benim için Türkiye’ye geldi ve iki gün kaldı. Hem konuşmacı oldu, hem de Türkiye’nin tanımadığı bazı kişi ve bölgelerini tanıttım. Bu arada çok iftiharla Metropolitimizle tanıştırdım, birçok dostumuzu ve yakınımızı tanıştırdım, Mardinli hemşerilerimizi tanıştırdım, güzel bir anımız oldu. Zamanı olmadığı Mardin’e götüremedik. Fakat bir Mardin’e Clinton’u götüreceğim, çünkü Prens Charles ile biz Mardin’e gittik ve Mardin’i kendilerini ifade ettiğimiz gibi gördü ve gittiğinden dolayı da çok mutlu oldular. Tabi Clinton’u götürmek de aynı şekilde etki edecektir ve Prens Charles’ın gelişinde dünyanın hiç duyulmamış televizyonları bile Mardin’den bahsettiler. Tabi turist adedimizi arttırdık, biraz düzenimizi oturtturduk ve Mardin’e daha fazla yatırım yapılmasını sağladık. Prens Charles’dan sonra Mardin’de gayrimenkul fiyatları üç misli yükseldi. Karşılığını buldu mu? Bulamadılar, çünkü gördüğünüz gibi bazı terör olayları çok tatsız şeyler doğurmaktadır. Mardin’e yazık, Diyarbakır’a yazık, Hasankeyf’e yazık, Midyat’a yazık. Yani bunlar önemli şeyler. Dün bir turizm acentesine Kıllit ile ilgili bir tarih anlattım. Adam buna inanmadı ve defter, kalem alıp not almaya başladı. Benim annem Midyat Patriğinden Fransızca ders almış, annem Türkçe bilmiyor Fransızca ders almış. Kıllit de Metropolit vekili veya Rahip Saur’dan bir vasıtayla kendisine gidip tarih kültürü, lisan kültürü ve görgü kültürü alan insanlar vardı. Onun için biz bu mozaiği kaybetmedik, biz bu mozaiğin karşısında duranlarla savaşırız. Biz aynı kandan, aynı dilden, aynı Allah’ın yarattığı varlıklarız ama ayrı inançlara sahip birer ferdiz. Biz bir bütünüz, yani bu bütünlüğü zaten insanlar menfaat adına bozuyorlar. Şimdi bana bir gün CNN’den bir kadın dedi ki hem Irak İş Konseyinde etkili bir adamsınız, hem Amerika’nın İş Adamları derneği genel başkanısınız. Bu nasıl bir iştir? Fransa’yı yönetiyorsunuz, İspanyayı yönetiyorsunuz, birde Amerika’nın düşmanı olan, savaş halinde olan bir yerle de berabersiniz. Ben dedim Mardinliyim, Mardin’in ne olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorum dedi. Yedi dil, yedi din, yedi kültür, yedi ayrı inancın kesişme noktası. Biz bugüne kadar münakaşa etmedik, bugüne kadar kavga etmedik, bugüne kadar yüksek sesle bile konuşmadık ve bugüne kadar her şeyi paylaştık. Bugünden sonrada bunları paylaşıyoruz dedim. Çok haklısınız dedi. Onun için Mardinli deyip geçmeyin, Süryani deyip geçmeyin. Bu insanları dünya korumaya almalı. Çünkü İsa Mesih’in konuştuğu dili kullanan bir tek toplum var ve bu da Türkiye’dedir, Mardin’dedir. Şimdi gel bunlarla ters sandalyeye otur, sürtüş. Hiç aklın mantığın kabul edeceği bir şey değil. Buna anlatmaya çalışıyoruz cahil insanlara. Dedelerimiz Hazret demiş ki bu terör olaylarından sonra ceryan kesildi yeni jenerasyon konulara hakim değil, tarih kültürü yok, kültür kültürü yok. Vur, kır, öldür, yaşa adına bir yığın yanlış projeler içersindeler. Onun için biz bunlara karşıyız. Biz hemşerilerimizin yanında ve arkasındayız. Olanca gücümüzle de desteklemeye devam edeceğiz. ![]() Zeynel Abidin Erdem Sayın Metropolitimize ve Vakıf Yönetim Kurulu ile birlikte Bakırköy Kültür Salonu'nda Peki İstanbul’daki Süryanileri nasıl görüyorsunuz? Yani gelişimi nasıl görüyorsunuz? Gelişebildiler mi sizce? Bence geliştiler. Bence projelerini ve kendi ekiplerini koruyabildiler. Bu son zamanlarda Metropolitin yaptığı bir takım olaylarla folklorlarını yaşatmaya çalışıyorlar, yemek kültürünü korumaya çalışıyorlar, birbirlerini tanıyıp aynı gruptan evlenme ve çoğalmayı hızlandırdılar, dağılmayı engellediler. Bana göre siz kendi kominizi daha etkin korumanız lazım, daha çok birbirinizi destekleyip bir arada olmanız lazım. Bizden de talepleriniz olmalı. Çünkü çoğunlukta biziz. Bu çoğunluk bir takım anlayış dışı bir şeyler yapıyor olabilir. Bunları engellemek için aramızda bizim büyüklerimiz vardır ve bu büyükleri biz dinleyen insanlarız. Biz de büyük küçüğe şunu yapma dediği zaman anlayan, okuyan ve bunu hisseden ve bu mesajı alan bir toplumuz. Dolayısıyla bunları seçip düzgün takip edin, daha organize hareket etmek lazım. İleriki yıllarda bir Süryani aktif politikaya, yani Meclise kadar çıkabileceğini düşünüyor musunuz? Bana göre çekingen davrandılar. Bugüne kadar talep etmediler. Bugünkü başbakan Sayın Tayyip Erdoğan’a düzgün bir ifadeyle bir temsil yeteneğine sahip birinin böyle bir yerde görev yapmasını isterlerse alkışla kabul eder. Çünkü Sayın Tayip Erdoğan, diller, dinler, kültürler, renkler ve sınıflar ayrımına karşıdır. Dolayısıyla da böyle bir şeyi bence Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunda yaşatmış olmak çok medeni bir aşamaya imza atmış olmak demektir. Sonuçta bu insanlar bizim kadar milliyetçidir, bu insanlar bizim kadar seçicidir ve bu insanlar bizim kadar Türkiye’yi severler. Zaman zaman dediğim gibi bıraktıkları eserlerle ve yaşattıkları kültürle bizim övünmemiz gerekir. Ben kişisel olarak övünüyorum. Daha çok duyurmak lazım Bizlere zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz |
||||
![]() |
![]() |