![]() |
![]() |
|||
>> Almanya Metropoliti Mor Diyonosios İsa Gürbüz >> Mardin Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen Almanya Metropoliti Mor Diyonosios İsa Gürbüz “1989 yılında Şam’a gittim ve orada 8 yıl kaldım. Orada hem İlahiyat Fakültesi’nde eğitim veriyordum, hem de Eğitim Fakültesi’nin müdürüydüm.” ![]() Barıhmor Seyidne İstanbul’a hoş geldiniz. Öncelikle İstanbul’a ziyaret vesilenizi öğrenebilir miyiz? Öncelikle siz dergi ekibine benimle bu röportajı yaptığınız için teşekkür ederim. İstanbul’a olan bu ziyaretim ani ve planlı olmayan bir ziyaret. Ancak kaldığımız bu kısa zaman zarfında gerek Seyidne Mor Filüksinos Yusuf Çetin’le, gerek Yönetim Kurulu, gerekse cemaatle yaptığım görüşmeler çok olumlu ve çok faydalı geçti. Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? 1966 yılında Midyat’ta bağlı Keferze köyünde doğdum. 1976 yılında ilkokuldan mezun olunca Mor Gabriel Manastırı’na gittim. 1987 yılına kadar Mor Gabriel Manastırı’nda kaldım ve bu zaman zarfında ortaokul ve liseyi bitirdim. Bunu takiben 1987-88 yıllarında askerlik görevimi yerine getirdim. 1989 yılında Şam’a gittim ve Şam’da bulunan Mor Afrem Teoloji Fakültesi’nde 8 yıl kaldım. Bu süre zarfında hem İlahiyat Fakültesi’nde eğitim verdim, hem de Fakülte’nin müdürlüğü görevini yerine getirdim. 1992-93 yıllarında hem ilahiyat eğitimi görmek hem de İngilizce dil eğitimi almak için Amerika’ya gittim. 1996 yılında Şam’da Patrik yardımcısı oldum. 1997 yılında Almanya, Orta Avrupa Metropolitliği’nden ayrıldığında Almanya için Kadasetli Patriğimiz tarafından Metropolit olarak resmmedildim. 8 yıldır Almanya Abraşiyesi’nin ruhani liderliğini yürütmekteyim. ![]() Metropolitlerimiz ve cemaat üyeleri Urfa'daki şimdi Kültür Merkezi olarak kullanılan Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi'nde Bize Almanya Abraşiyesi’nin kısaca tarihini anlatır mısınız? Almanya Abraşiyesi 1997 yılında kuruldu. Bundan önce 30 yıl boyunca Orta Avrupa Metropolitliğine bağlı ve ruhani ağabeyim Mor Yuliyos İsa Çiçek’in yönetiminde idi. 1997 yılında ise Almanya ayrılarak özel bir abraşiye halini aldı. Şu an tüm Almanya’da Suruç’lu Mor Yakup Manastarımızda bulunan Metropolitliğimize bağlı 50’yi aşkın kilise ve 50’yi aşkın Ruhanimiz var. Ayrıca her kilisede birer tane olan toplam 50 tane de yerel yönetim kurulumuz mevcut. Bunların dışında bir de Almanya genelinde bir yüksek yönetim kurulumuz var. Buna da her cemaatten bir fert geliyor ve kendi cemaatini temsil ediyor. Tüm bu yönetim kurullarımız iki yılda bir tüzüklerimize uygun ve demokratik olarak yapılan seçimlerle tespit edilmektedir. Almanya Süryanileri’nin sosyal durumunu öğrenebilir miyiz? Almanya’da ki Süryaniler yaklaşık olarak 30 yıldır orada yaşamaktadırlar. Tabi ki Avrupa’da gördükleri kültür kendi anavatanlarından oldukça farklı ve burada kendi kültürlerini korumak için oldukça fazla şey yapmaları gerekiyor. Bu nedenle cemaatimiz gençlerle olan diyaloglarını daima canlı tutmaya çalışıyorlar. Gençlerimiz her hafta sonu kilise salonlarımızda ve kültür merkezlerimizde toplanıp çeşitli aktiviteler düzenlemektedirler. Ayrıca her kilisemizde spor kollarımız mevcut ve bunlar oldukça aktif olarak faaliyetler gerçekleştirmekteler. Tüm bu etkinlikler gençlerimizi bir araya getirmek için oldukça iyi fırsatlar yaratmaktadır. Almanya’da bulunan Süryani toplumumuzun sorunları nelerdir? Yaşadığı yerden başka bir yere giden her toplum sorunlar yaşar. Cemaatimiz de Avrupa’ya gittiği zaman oldukça fazla sorunlar yaşadı. İlk başlarda yaşadıkları en büyük problem lisan idi. Dil problemi ortadan kalktığında birçok problem de buna bağlı olarak ortadan kalktı. Genel olarak artık çok büyük problemlerimiz olmamasına rağmen işsizlik her yerde olduğu gibi orada da bir problem haline gelmektedir. Bunların dışında bir de yaşı 30 civarını aşıp hala evlenmeyen gençlerimiz de bir sorunumuz, ancak bunların da oranı oldukça az. ![]() Sayın Metropolitlerimiz Urfa'daki şimdi Kültür Merkezi olarak kullanılan Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi'nin kapısında Almanya çok büyük bir ülke ve kiliseye uzak yaşayan aileleri kiliseye nasıl bağlıyorsunuz? Bu konuda bir çalışmanız var mı? Dediğiniz gibi toplumumuz oldukça büyük bir coğrafyada ve çok dağınık olarak yaşamakta. Fakat Almanya’nın her tarafında kiliselerimiz mevcut ve bu cemaatin toplanması ve bir arada kalması için büyük bir manevi kuvvet oluşturmakta. Eğer bir yerde 50–100 ailemiz varsa bunlar bir araya gelmiş ve kilise inşa etmişlerdir. Bu da onları bir arada kalmalarını sağlamıştır. Oradaki cemaatimizin ekonomik durumları ve aldıkları eğitimler hakkında bilgi verir misiniz? Cemaatimizin %50’si orada kendi özel işlerini yapmaktalar. %30’u aşkın bir bölümü ise devlet daireleri ve özel şirketlerde çalışmaktalar. Yaşlılarımız dışında tüm cemaatimiz çalışmakta. Eğitim durumları hakkında da yaklaşık olarak 2.000’i aşkın yüksek tahsil gören gencimiz mevcut. Her branşta doktorlarımız, avukatlarımız, mühendislerimiz var. Geriye kalan gençlerimizde mutlaka bir meslek okulunu bitirmekteler. Orada gençlerin ve büyüklerin kiliseye olan bağlılıkları nasıl? Cemaatimizin kiliseye bağlılığı oldukça iyi. Büyüklerin %80’i her Pazar kiliseye gelmekteler. Gençlerimizin oranı gerek iş, gerekse okulları sebebiyle bu kadar yüksek değilse de tamamına yakını Süryani olduklarının bilincinde ve kiliselerine çok bağlılar. Seyidne gelişmiş ülkelerde yaşayan kültürlerini korumak ve yaşatmak için büyük zorluklar yaşıyorlar. Siz bunların üstesinden gelmek için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Şu ana kadar biz Almanya’da kilisede ayin ve dualarımızın tamamını Süryanice olarak yapıyoruz. Dilimizi ve kültürümüzü tıpkı güneydoğuda olduğu gibi yaşatmaktayız. Tabi gençlerimize her zaman özel bir ilgi göstermemiz gerekiyor. Çünkü onlar bizim ve kilisenin geleceği, yani geleceğin kilisesi onlar. Her pazar gittiğim kilisede ayinden sonra gençlerle özel olarak ilgilenmekte ve onlarla sohbet etmekteyim. Son olarak İstanbul Cemaatine iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı? İstanbul Cemaatine mesajım her zaman kiliselerine bağlı olmaları, gençler ve çocuklarla özel olarak ilgilenmeleridir. Çünkü onlar geleceğimizin idarecileridir ve onlar bizim definemizdir. Ayrıca siz dergi ekibine de benle bu röportajı yaptığınız için teşekkür ederim. Bize zaman ayırdığınız için asıl biz teşekkür ederiz. Mardin Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen Deyrulzafaran Manastırı Süryanilerin en önemli merkezlerinden birisidir. 640 yıla yakın bir süre patrikhane olarak kullanılmış tarihi bir abidemizdir ![]() Barehmor Seyidne. Öncelikle İstanbul’a hoşgeldiniz. Öncelikle herkese teşekkür ediyor, saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bize gösterilmiş olan ilgiden dolayı gerçekten çok memnunuz. Başta Seyidne olmak üzere herkese hem şahsım, hem de Mardin Yönetim Kurulu, Ruhani Kurul ve bütün Mardin Cemaatimiz adına teşekkür etmeyi ve şükranlarımı sunmayı borç biliyorum. Geçen sene İstanbul’a 25 gün süren ilk ziyaretimizi yaptık ve bu ikinci ziyaretimizdir. İlk gelişimizde İdem’e röportaj vermek nasip olmadı. Ama şimdi – Allah’a şükür – sizinle beraber olmak benim için gurur ve mutluluk verici bir olay. İdem için kendinizi tanıtır mısınız? 1964 yılında yeni ismiyle Günyurdu (Marbobo) Köyü’nde doğdum. 1974’te ailece Midyat’a yerleştik. Medreseye ilk gidişim de 1975-1976 yıllarında Midyat’ta oldu. Bu arada ilk öğrenimimi Midyat’ta tamamladım. İlk ciddi dini eğitimimi 1976’dan 1979 sonlarına kadar kaldığım Deyrulzafaran’da aldım. Buradan ilk okuduğum medreseye, Mor Şarbek (2:14) Kilisesi’ne geri döndüm ve orada öğretmenlik yaptım. 1983’te rahip adayı olarak Mor Gabriel’e gittim. Burada kaldığım ilk seneden sonra öğretmelik ve o zaman rahip olan Seyidne Avgin’e asistanlık yaptım. 1984’te vatani hizmet için askere gittim. Askerlik görevimi önce Amasya’da, sonra İstanbul Samandıra Kışlası’nda piyade olarak yaptım ve 1985’te vatani görevimi tamamladım. Askerlikten hemen sonra 14 Eylül 1985’te Mor Gabriel Manastırı’nda rahip resmedildim. Rahip olduktan sonra yaşamımı hep Mor Gabriel’de sürdürdüm. Sadece 1994-1995 yıllarında İngilizce dil kursunda eğitim görmek üzere 7-8 aylık bir süre için İstanbul’a geldim. Bundan sonra yüksek eğitim için yurtdışına gitme şansımız doğdu. İsteğimiz doğrultusunda, Kadasetli Patriğimiz’in ve Seyidne Samuel’in nezaretinde İngiltere’ye gittik. Oxford’da Prof. Dr. Sebastian Brook’un da yanında bulunduğum eğitimimi bitirdikten sonra Kadasetli Patriğimiz’in isteğiyle ve emriyle 2002 yılında Deyrulzafaran Manastırı’na başrahip olarak atandım. 9 Şubat 2003’te metropolit takdis edildim ve Mardin Metropolitliği’ne atanmış oldum. 2 senedir Mardin’deyiz. Daha önceki bir beyanınızda, “Deyrulzafaran’daki bazı gençlerin de oraya gidip, benim aldığım eğitimi orada almalarını istiyorum.” demiştiniz. Bu konuda fikirleriniz nedir? Süryaniler asırlardır bilgi ile, kültür ile, ilim ile meşgul olmuşlardır. M.Ö. dönemlerde bile bilgi ve ilimin önemini kavramış bir toplumuz. Özellikle 8., 9. ve 10. asırlarda bilgi ve bilimde en büyük paya sahip olduğumuzu görürsünüz. Mesela eski dönem Yunan eserleri önce Süryanice’ye çevrilmiş. Süryanice’den de Arapça’ya çevrilip Arap dünyasına aktarılmıştır. Ve Araplar’ın fetihleri ile bu bilgiler Avrupa’ya kadar gitmiştir. Biliyorsunuz 21. asır bilgi ve teknoloji asrıdır. Çağı yakalamak için hepimize görevler düşmektedir. Biz Süryaniler, atalarımızın çocukları olarak bu işi sahiplenmeliyiz. Maalesef son 40-60 yıldır çeşitli göçler, maddi imkansızlıklar oldu. Bunun için ilimden biraz mahrum kaldık. Allah’a şükür şimdi imkanımız, kapasitemiz, paramız ve herşeyimiz var ve kiliseye bağlılık iyi durumdadır. Kültüre biraz daha önem verirsek bu kiliseye bağlılığımıza biraz daha anlam kazandıracaktır. Bu kültür bayrağını taşımak ve yarışı devam ettirmek gençlere düşüyor. Onun için, özellikle bu eğitimin nimetlerini alıp manastıra geldikten sonra bizim gençlerimizi de bu yola yöneltmeyi en asli görevlerimden biri sayıyorum. ![]() Deyrulzafan Manastırı Kültür konusunda bu söyledikleriniz içinde İDEM’in yerini nasıl değerlendirirsiniz? Bu dergiyi, değerlerimizi ileriki kuşaklara aktarmada bir anahtar olarak görüyorum. Ne şekilde olursa olsun yazalım. E-posta ile olsun, dergi ile olsun farketmez. Önemli olan tüm gençlerimize, bütün Süryanilere ve yabancılara Süryani Tarihi’nin ne olduğunu, Süryani Kilisesi’ni ve inancını birinci ağızdan – yabancıların ağzından değil – aktarmak. Onun için dergi güzel bir anahtar, güzel bir kapı, güzel bir vesile. Dolayısıyla emeği geçen herkesi, başta Seyidne olmak üzere, Yönetim Kurulu’nu, ve gençlerimizi yürekten kutlarım. Bu dergiyi lütfen devam ettirin. Sadece edebi, kültürel makalelere daha fazla yer verilirse çok daha iyi olur. Bizim de yayınlamayı düşündüğümüz eserler var. Şu anda yayınlanması planlanan eserler Merhum Patrik Afrem Barsavm’un rahipken yazmış olduğu Manastır Tarihi (Türkçe ve Süryanice) ve Metropolit Hanna Dolabani’nin kitabı Tarihte Mardin (Türkçe’sini biraz çağdaşlaştırmamız gerekebilir). Manastır Tarihi’ni şimdi Arapça’dan Süryanice’ye çeviriyoruz. Süryanice’den de Türkçe’ye çeviriyoruz. Hayırlısıyla önümüzdeki 2-3 ay içinde hazır hale gelecek ve basacağız. Bize Deyrulzafaran Manastırı’nın tarihinden biraz bahsedebilir misiniz? Manastır Tarihi kitabında bu bilgiler var. Ama yine de kısa olarak anlatayım. Deyrulzafaran Manastırı’nda milattan önceki dönemler ait bazı bölümler var. “Güneş’e Tapanlar’ın Mabedi” dediğimiz 1500-2000 senelik bölümdür bu. Daha sonra manastır olan yapı 4. yy’dan başlayarak Mor Şlemun adını taşımış. Daha sonra Mor Avgin adını almış. 8. yy’da Mor Hananyo Mardin ve Kefertut Metropoliti olarak göreve geldi ve manastırı büyük bir restorasyondan geçirdi. O nedenle 8. asırdan 15. asra kadar manastır Mor Hananyo adıyla anılmış. 15. asırdan bugüne kadar Zafaran adıyla biliniyor. Zafaran kelimesi safran bitkisinden gelmedir. Manastırda safran bitkisinin yoğun olduğu dönemlerde manastır o bitkinin adıyla anılmaya başladı. Şimdi isim olarak Mor Hananyo veya Süryanice karşılığı olan Deyro-dkurkmo (kurkmo yine safran bitkisinin adı). Safran’ın Arapça’da karşılığı kerkem veya zafaran, dolayısıyla Türkçe’ye Arapça’dan gelen zafaran adıyla girmiş. ![]() Biliyorsunuz manastır 1932’ye kadar Süryani Patrikliği’nin merkeziydi. 1932’de Deyrulzafaran’daki son patriğimiz Mor İğnatiyos III. İlyas Şakir’di. Patrikhane Deyrulzafaran’dan gittikten sonra önemi biraz azaldı. Ama Merhum Seyidne Hanna Dolabani manastırı ve abraşiyeyi ayakta tutma görevini hakkını vererek başarmıştır ve adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır. Ona kilise ve toplum olarak minnettarız. Belki kendisi olmasaydı durumumuz çok daha kötü olabilirdi. Kendisinin derlemiş olduğu eserler bizim için paha biçilmez birer değerdir. Uzun bir zaman yurt dışında kaldınız. Dışardan Süryaniler’in görüntüsü, buraya döndükten sonra sizin hissettikleriniz. Çok önemli bir yere metropolit oldunuz, ünü Türkiye sınırlarını da aşmış bir yer Deyrulzafaran. Buradaki halkın durumu? Bundan sonra Deyrulzafaran için yapmak istedikleriniz. Tanıtım, restorasyon gibi konularda ne gibi çalışmalar düşünüyorsunuz? Mardin’de maalesef göç nedeniyle cemaatimizin nüfusu büyük ölçüde azalmıştır. Şu anda Diyarbakır hariç Mardin ve civarında 100’ü aşkın ailemiz bulunmakta. Güneydoğu’da ekonomik durum belli, ama şükür ki cemaatimiz ekmeğini taştan çıkarıyor ve maddi yönden bir sıkıntımız yok. Manastır maalesef son 20-30 yıldır büyük bir mahrumiyet içindeydi. Ben ilk eğitimimi bu manastırda gördüm ve manastırı yönetmenin kolay olmadığını gördüm. Ama hep şunu düşündüm: İnsanlar hep kolay şeylere sarılırsa, zoru kim başarır. Zoru da başarmak aslında toplum ve kilise olarak bizim tabiatımızda var. Geçmişteki zor dönemler bunu gösteriyor. Kaldı ki Deyrulzafaran Manastırı çok önemli bir merkez. El ele vererek, tek bir yumruk olarak bu merkeze yönelmesek kim manastırın bu işlerine yönelecekti. Doğrusunu söylemek gerekirse manastırı bu şekilde bırakamazdık. Çünkü en önemli merkezlerimizden birisidir. 640 yıla yakın bir süre patrikhane olarak kullanılmış tarihi bir abidemizdir. Şimdi altyapı konusunda çalışmalarımız var. Sistemi kurmakta, zihniyeti değiştirmekte bayağı başarılı olduk.Üniversiteli gençlerle güzel projeler düzenliyoruz. Avrupa Komisyonu Birliği’nin bölge için olan projeleriyle de meşgulüz. 2 senelik bir proje hazırladık ve kabul gördü. Internet sitesi açıldı, ama henüz tamamlanmadı. Dergi çalışmamız sırada. Bunları hep Süryani Kültürü’nü gençlerimize aşılamak ve dışarıdaki ilgililere tanıtmak için bir araç olarak kullanacağız. Bir taraftan da manastır içindeki restorasyon çalışmalarımız var. Bunun bizim programımızı meşgul etmemesi için İstanbullu kardeşlerimizle bir dernek kurduk. Bütün bu restorasyon çalışmalarını derneğe devrettik. Dernek bütün restorasyon çalışmalarına bakıyor, projeleri hazırlıyor ve bize bu konuda yardımcı oluyor. Diğer manastırlarda maalesef restorasyon ile ilgili yapılan yanlışlıklar – ki daha sonra giderildiler – vardı. Biz bunlardan ders alarak Deyrulzafaran’ı restore ediyoruz. Özellikle yeni metropolitlik herşeyiyle aslına uygun, tarihi dokuyu bozmadan mükemmel bir şekilde restore edildi. ![]() Manastırda şu andaki eğitim durumu nedir? Çocuklar ortaokul ve lise düzeyindeler. İmkan dahilinde 2 günde bir 1-2 saat çocuklara Süryanice öğretme şansımız oluyor. Mor Gabriel Manastırı Midyat’tan biraz uzaktır ve yolda daha fazla zaman harcanıyor. Mardin’in içinde olduğumuz için kazandığımız zamanı Süryanice eğitimine aktarabilmek bize avantaj sağlıyor. Yeni başlayanlar olaf-bet ile başlıyor. Bunun haricinde tekso ve çocukların kavrayabildikleri kadar kilise tarihi öğretiyoruz. Eğitim gittikçe rayına oturuyor. Şimdi Deyrulzafaran içinde iki öğretmenimiz ikisi kız yirmi kadar öğrencimiz var. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. |
||||
![]() |
![]() |